konmayan kuşlar, ağıt yakmazlardı yorgunluğa,
o ise tırmanırdı..
tırmandığı dağlarda tutunduğu taşlar vardı ondan küçük .
ondan güçlü olmalıydılar ki
tutarlardı onu rüzgarlarda.
başını çevirip aşağılara baktığında ,
yukarı kalkardı ırmaklar
otların kokusu gelirdi burnuna
yorulsa da konmayan kuşlar
gözlerinin içine bakarlardı
bir bulut geçerdi güneşin içinden
yüksekliğin sessizliğinde kalp kulakta atardı
bir nefes bir ömür gelir anlardı
onu şimdi ayakları mı elleri mi taşırdı?
elleri büyük müydü dağlardan da dağları tutardı taşlarından?
ya da taşlar mı tutardı ellerinden
aralarından çıkan çimenler ipliklerdi şimdi
hayatla arasında bağ
öyle ince ve öyle güçlüydü ki ölüm gibi
konmayan kuşlar anlatırlardı ona
ağıt yakmamanın güzelliğini
bulutların üstüne geldiginde
kına taşlarından kızarmış elleriyle yanan yüzünü avuçlardı
bir yer yatağı kurulurdu doğanın elleriyle
başını yasladığı topraktan
ona sarılmasını isterken
bilirdi bu kucaklaşmanın son olmadığını...
6 Şubat 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder