26 Şubat 2010 Cuma

sadece yürüyenlere....

yazmadıklarındaydı aklı
herşeyin güzel olduğu gelmemiş günün kalbinde
atardı umut
herkesin isteklerinin olduğu yerde
güzeldi hiçbirşey istememek
ve sadece yürümek.....

22 Şubat 2010 Pazartesi

kendinsin

dinlediklerinden çağrıştırdığın

'sensin'

duyduklarından ayırdıkların

'kendinsin'

bulduğun bir 'kelime' ayaklandığında

ona karşı gelen 'sensin'

'kelime' büründüğünde anlamlara

en güçlü vurguyu düşünen 'kendinsin'

karşına çıkan resim ne olursa olsun

çizeri 'sensin'

savaşta yenen/yenilen arama

yenen de yenilen de 'kendinsin' ...

15 Şubat 2010 Pazartesi

bilmediğin...

bilmezsin onu
bilmediğin yerlerde unutursun
unut onu unut ki
korunsun
hayallerde açan çiçek
ağlarına yakalandığında gerçeklerin
ağlar başkaları için.....
bir örümcek örer sözlerini
çiçek kapar gözlerini de görür
bilmediğin yerlerde başkadır çiçekler
bilirler ki hayaller gerçeklerin anneleridir.

12 Şubat 2010 Cuma

zamanın bekçisi..

ve gittiginde anılarına
orada yoktun 'sen'
sana olanları 'anlatan' ile 'sen' arasındaki fark
'zaman'ı yaratmıştı sanki
'olmuş'larla 'bitmiş'ler senin 'şimdi'ne uzanırlarken
'zaman' değişen 'algı'ya takıldı
kurguladığı hayata
kendi tuzak kurar insan
ve bilir kilitli sanılan kapıların aralık olduğnu
şimdiden girer aralık kapılardan içeri
orada zamanın bekçisi ile tanışır
konuştukça onunla bir an anlar ki
zamanın bekçisi ile kendinin
aynıdır gözbebekleri...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Belgesel Tadinda Insan Manzaralari .. Chapter 1 ..

Yeni Toplumda Belgesel Tadında Insan Manzaraları...

giysilerimiz değişti ilk insan gibi giyinmiyoruz artık.. Bir fark var yürüyüşümüzde, ilkçağlardan farklı olarak koşarcasına hareket etmiyoruz avlarımıza.. Şimdi spontane hareketler çağı değil....
''yaşmak için öldür'' felsefesi de elbise değiştirmiş gibi..Yerini meyve veren ağacı taşlama, kişisel taktiklerle yalnız bırakma, mobbing, dedikodu, zarar verme denemeleri almış gözüküyor.. Ve bunda yapan kendini epey de haklı buluyor.. ''Düşene bir tekme vurma'' zaten otomatikleşmiş birçokları için.. Kendi düşmedikten sonra problem yok..
Bir bakıyorsunuz ki bir ''kadın'' , çok güzel giyiminin , fönlü saçlarının , takma kirpiklerinin , topuklu ayakkabılarının , ve manikürlü ojeli tırnaklarının altında , hedefine odaklanmış bir ilkçağ kadınının yokediciliğini taşıyor.. Bir farkla , bunu yaşamak için değil , ''daha iyi yaşamak'' için yapıyor..

8 Şubat 2010 Pazartesi

düşüş (hayat)

hiç sesin yoktu , ağlamadın önce
bir boşluğa düştün uzayda..
doğdun ve yalnız annen vardı yanında
yalın bir düşüş yaşarken,
dünya popona vurdu nefes alman için
acı çekmeliydin önce
ve haykırmalıydın yaşadığını
yayılmalıydı ses dalgaların
onu duyduğunun farkında bile olmayan kulaklara!
çağırmasan da gelirdi annen..
sense , çağırsan da gelmeyenlere odaklanacaktın.
yürüyecektin yolun nereye gittiğini sormadan
ve bir uçurumun tam kenarında duracaktın
yağan ilk yağmurda ıslanacak bir yaprak
onu ilk sen bulup koparacaktın
ellerin yeşillenecek ve koklayacaktın
büyüdüğünden bahsedip ,
unutma oyunu oynayacaktın yaprakla
sen unutmuş gibi yaparken , o sende bıraktığı kokuyu unutmayacaktı
onu uçurumun kenarında bırakacaktın
sana acı cektirenlerle , senin acı verdiklerin arasında
görünmez baglantı
yine sen olacaktın
buna ''hayat'' diyecekti insanlar
ağlayacaktın....

tüm suç ayakkabı topuğunda ..

senin sözlerine çarptım kalbimi...
komik değil mi ayakkabımın topuğunun kırılması
tam da kalbimi incittiğim anda ?
tutunamayıp yere yuvarlanırken
bana elini uzattığında,
ayaklarıma bakıyordum aslında
yüzümü görmemen için..
sözlerin benden özür dilediklerinde,
gülümseyelim mi birlikte ?
kırılan topuğu atıp , diğer ayakkabı tekini de çıkartıp,
yalınayak da yürürüm ben seninle ...

6 Şubat 2010 Cumartesi

kucaklaşma

konmayan kuşlar, ağıt yakmazlardı yorgunluğa,
o ise tırmanırdı..
tırmandığı dağlarda tutunduğu taşlar vardı ondan küçük .
ondan güçlü olmalıydılar ki
tutarlardı onu rüzgarlarda.
başını çevirip aşağılara baktığında ,
yukarı kalkardı ırmaklar
otların kokusu gelirdi burnuna
yorulsa da konmayan kuşlar
gözlerinin içine bakarlardı
bir bulut geçerdi güneşin içinden
yüksekliğin sessizliğinde kalp kulakta atardı
bir nefes bir ömür gelir anlardı
onu şimdi ayakları mı elleri mi taşırdı?
elleri büyük müydü dağlardan da dağları tutardı taşlarından?
ya da taşlar mı tutardı ellerinden
aralarından çıkan çimenler ipliklerdi şimdi
hayatla arasında bağ
öyle ince ve öyle güçlüydü ki ölüm gibi
konmayan kuşlar anlatırlardı ona
ağıt yakmamanın güzelliğini
bulutların üstüne geldiginde
kına taşlarından kızarmış elleriyle yanan yüzünü avuçlardı
bir yer yatağı kurulurdu doğanın elleriyle
başını yasladığı topraktan
ona sarılmasını isterken
bilirdi bu kucaklaşmanın son olmadığını...

5 Şubat 2010 Cuma

haydi !

haydi gel atlayalım denize!
kapatıp gözümüzü yandaki fabrikanın dumanlarına
bakalım gökyüzüne !
haydi dolaşalım ayçiçeği tarlalarında!
unutulalım arsaların satılık olduğunu
yeni yapılaşmalara..
haydi bak pet şişenin yanında bir kuş var
bize bakıyor
kanadına plastik boya dökmüş çocuklar
yine de uçuyor ..
haydi Galata Kulesi'ne kanatları çarpan martılarla şarkı söyle!
bak kirli hava tek renkli bir gökkuşağı
heryer romantik olacak hava karardığında ve sen
sadece evlerin ışıklarını göreceksin o zaman
ve yakınlarda biryerlerde bir ayçiçeği daha
koparılacak usulca ..

4 Şubat 2010 Perşembe

sus sus !

susadın mı?
sus sus ! bir cocuk agliyor simdi
sen sus o aglasin
ve karsi daglarda sesi yankilansin
o daglardan bir kus havalansin
cocugun gözleri kusun ayaklarina baglansin
çocuk anlatsın gözleri bulutlansın
kuşun ayaklarından damlasın
gözyaşları
karışsın içtiğimiz su kaynaklarına
tüm toprak ve kalbimiz suya kansın..

yüzler

her gelen kendi degildi sanki
girişte paltolarını astıkları yerde
saklanan iç benlikleri de duruyordu
o ise yüzünü bıraktı paltoların yanına
yuvarlak masanın etrafında diziliydiler şimdi
söylenmeyenler görünüyordu ellerinden
söylenenlerin çokluğunda
yokluğu seziliyordu anlamın